Bulgaristan’ın Tırnova bölgesinde geçen hikayemiz odur ki; aynı köyden iki genç severek evlenirler. Evliliklerinden kısa bir süre sonra kadın gözlerini kaybeder. Erkek elinde ne varsa satıp savar. Karısının iyileşmesi için gitmedik şifacı, doktor bırakmaz. Adam Tırnova’da ne kadar doktora çıkardıysa ne kadar ilaç yaptırdıysa da kadın iyileşmez. Olayın yaşandığı dönem Osmanlının Bulgaristan’a sahip olduğu 1800’lü yıllardır. Adam karısını başkent İstanbul’a götürmeye karar verir. Elinde avucunda ne varsa satıp, düşerler İstanbul yollarına. Lakin kadının gözleri İstanbul’da da açılmaz. Gerisin geri dönerler memleketlerine. Adam güneşi gösteremediği için, karısına karşı kendini suçlu hisseder. Elinden gelen ne varsa yapmıştır ama karısının gözlerini açtıramamıştır.
Adam kısa süre sonra zamansız bir şekilde eşini kaybeder. Köylü kadının cenazesini kaldırmak ister ama adam müsaade etmez. Karısının cenazesini de alıp köyü terk eder. Köylü uzun bir süre adamdan haber alamaz. Bir gün, köye gelen yolcu grubu, uzaklarda kuş uçmaz bir yerde, barakasına kalburla güneş taşıyan bir adam gördüklerini söylerler. Yolcu grubunun anlattığı adam, yıllar önce karısının cenazesiyle köyü terk eden adama tıpa tıp benzemektedir. Köyden birkaç kişi adamı bulmak için yolcu grubunun anlattığı yere giderler. Gittiklerinde uzun süredir haber alamadıkları adamı görürler. Derme çatma taşlardan ve dallardan yaptığı kulübesine, adam gerçekten kalburla güneş taşımaktadır. Adamı belirli bir süre izleyen grup yanına gider. Ama adam hiç birini tanımaz. Sanki her şey zihninden silinmiş gibidir. Kulübeye bakarlar. Yan yana iki mezarın olduğunu görürler. Mezarların birisi dolu , diğeri açılmış ama boştur. O mezarı, adamın kendi için hazırladığı belli diye düşünürler. Adamı köye dönmesi için ikna etmeye çalışsalar da , adam dönmek istemez. “Ben eşime güneş taşıyorum, ben eşime güneş taşıyorum” cümlesinden başka bir şey söylemez. Görenlere göre adam delirmiştir. Ama adamın tüm dünya hırkalarını çıkarıp derviş olduğunu kimse düşünmez.
Köylüler geri döner ancak aralarında da karar verirler; Her hafta bir kişi adama yemek götürecektir. Adam yemeği getiren herkese karşı tek bir soru sorar; Bu azığı kim gönderdi? Karşısındaki bir insan ismi kullanırsa azığı kabul etmez. Geri gönderir. Bir gün adamın yemeğini köyün imamı götürür. Adam yine aynı soruyu sorar. Bu azığı kim gönderdi? İmam Senin ve benim, güneşin ve ayın , her şeyin sahibi Allah der. Adam azığı kabul eder. İmam da köye döndüğünde olayı olduğu gibi anlatır. Artık köylülerin gözünde adam deli değil derviştir.
Bir gün yine sıra imama düşer. İmam barakaya geldiğinde derviş kapıda değildir. Çevreye bakar derviş yoktur. En sonunda içeri girer. Hani baraka içinde biri boş diğeri dolu iki kabir vardı ya , artık o boş kabir de dolmuştur. Derviş ruhunu hakka teslim etmiş, çok sevdiğine kavuşmuştur. Bu dağ başında böyle muntazam bir şekilde bu dervişi kim gömmüştür?
Bilen var bilmeyen var . Sırlar arasında koca bir dağ var.
Yalanın alınıp satıldığı bir dünyada doğrunun sevdalısı olmak kaç yüreğe nasiptir? Doğru ya da yanlış. Önemli olan hangi zamanda hangi diyarda olursa olsun böyle aşkların olduğu, bu aşkların insanlar arasında yaşandığı, filmlere dahi konu olduğudur. Herkesin şifası kendi içindedir.
14 Şubat veya başka bir gün, içimizdeki sevdaya dair her günümüz kutlu güneşiniz ve sevginiz bol ve daim olsun. Muhabbetle…
Rıza CEYLAN
Eğitimci / Şair -Yazar
NLP Master Practitioner