1921 yılının soğuk bir Şubatıydı. Tarih tam olarak 5 Şubatı gösteriyordu. Cumhuriyet kurulmuştu ama hala bağımsızlığımızı tüm dünyaya haykıran bir marşımız yoktu. Özgür bir milletin milli bir marşı olmazmıydı hiç !
Hamdullah Suphi Bey bu konuyu o kadar kafasına takmıştı ki uyku bile haram olmuştu. Kimlere kimlere gitmiş, para ödülünü , milletin onurunu, aklına gelen her şeyi ikna etmek için kullanmıştı. 723 eser yazılmış ama hiç biri, bu milli duyguyu, İzmir, İnönü, Çanakkale, Anafartalar, Sakarya , Gaziantep. Şanlıurfa, Kahramanmaraş ve daha nice destanlaşan hikayeleri, kahraman Türk milletinin milli duruşunu yansıtamamıştı. Kaç gündür yemiyor, içmiyor, bununla yatıp bununla kalkıyordu. Onu ikna etmenin bir yolu olmalıydı. Ama para ödülünü duyunca ben yazmam diyip kestirip atmıştı. Oysa ne kadar da ihtiyacı vardı o paraya. Fakir ama onurlu bir şairdi. Bu milletin destanlaşan hikayesini parayla yazmak onuruna dokunuyordu. Utanıyordu milletinden. Para almak ne demekti ?! Hasan Basri, Hamdullah Suphi ne dedilerse ikna edememişlerdi. Hamdullah Suphi son bir mektup yazarak onu ikna etmeyi deneyecekti. Kağıt kalemi aldı ve masaya oturdu.
“Pek aziz ve muhterem efendim
İstiklâl Marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamalarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-ı üstâdânelerinin matlûb şiiri vücuda getirmeleri maksadın husûlü için son çare olarak kalmıştır.Asîl endişenizin icab ettiği ne varsa hepsini yaparız. Memleketi bu müessir telkin ve tehyîc vâsıtasından mahrum bırakmamanızı rica ve bu vesîle ile en derin hürmet ve muhabbetimi arz ve tekrar eylerim efendim.”
Hasan Basri’ye (Çantaya)’ “ lütfen bu mektubu götür. İnşallah bu kez kabul eder “ der.
Hasan Basri ,elinde mektup koşar adımlarla üstadın evine gelir. Kapıyı çalar. Bu kez kararlıdır. Bu evden onu ikna etmeden çıkmayacaktır. Kapıyı küçük bir kız açar. “Baban evdemi yavrum. Bir bakabilir mi “ der
Küçük kız kara gözleriyle konuğa bakarken, elindeki kuru ekmeği yemeye devam eder. Sonra örgülü saçlarını savurarak hızlıca döner ve “ efendi baba efendi baba bir amca geldi. Seni soruyor “ der.
Mehmet Akif namazı henüz bitirmiş, elinde tesbih, başında beyaz namaz takkesi olduğu halde konuğu karşılamaya gelir.
İki arkadaş kucaklaşır ve konuk kapının hemen karşısındaki büyükçe odaya alınır. Oldukça sade, mütevazi, gösterişten eser olmayan sımsıcak bir Anadolu evidir Akif’in evi.
Hasan Basri elini mektuba atar ve “ üstadım bu mektubu size getirdim. Okuyup cevap vermenizi bekliyorum. “ der. Akif, şaşkın bir halde mektubu alır ve okur. Hasan Basri’ye dönerek “ daha önce söylemiştim. Başka bir şair yazsın “ der. Hasan Basri “ tamam o zaman. Ben yazıyorum. Hem parası da güzel. Şöyle kendime güzel bir ev alır, mutlu mesut yaşar giderim” der. Mehmet Akif birden yıldırım çarpmış gibi irkilir ve hiddetli bir şekilde “ nasıl yaparsın ? Bu milletin İstiklal şiirini para karşılığı mı yazacaksın. Dua et ki konuğumsun “ der. Hasan Basri artık taşı gediğine koyma zamanının geldiğini anlar. “Maden benim yazmamı istemiyorsun sen yaz o zaman. Tamam konu para anladım. Alma parayı. Fakire fukaraya dağıt. Ama bunu senin yazman lazım. Anla artık “ der. Akif bu teklifi duyunca “ tamam “ der. Hasan Basri o an sevinçten deliye döner ve arkadaşına sımsıkı sarılıp ağlamaya başlar. Bu evden huzurlu bir şekilde ayrılırken, uykusuz gecelerin bittiğini bilir.
Akif ise tamam dediği an sancı çökmüştür içine. Artık sorumluluk tamamen kendisindedir.
İki gün boyunca her anı İstiklal şiirini düşünmekle geçer. Öyle anlar olur ki kalem bulamaz , tırnakları ile yazar. Evinin duvarlarında, parmaklarından akan kan izleri belli belirsiz bit şeyler söyler “ Garbın afakını…Bastığın yerleri…Ruhumun senden ilahi…
İstiklâl Marşı’nın tamamlanıp imzasız olarak Maarif Vekâleti’ne teslim edildiğinde tarih 7 Şubat’ı göstermektedir . Hamdullah Suphi Bey Maarif Vekili sıfatıyla kabul ettiği bu şiiri , daha ilk sözünü okurken ağlamaya başlar.
Korkma… Aklına hemen peygamber efendimizin hicreti sırasında, Hz. Ebubekire söylediği o söz gelir. Korkma… Allah bizimle ..
Bu şiir beklenildiği gibidir. Meclis kürsüsünde defalarca okunur ve ayakta alkışlanır. Bütün vekiller çıldırmış gibi alkışlamaktadırlar. Bir daha oku, bir daha sesler yankılanır meclisin her duvarında.
Meclis bayram yerine dönmüşken kazanan açıklanır. Aslında açıklamaya gerek de yoktur. Birincilik ödülü alır. Akif ödülü akmak için kürsüye gelir ve ödülü fakir fukara, garip gurebaya bağışladığını açıklar. Ardından son bir söz söyler
Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın.
Ruhun şad, mekanın cennet olsun büyük dedemiz. Emanetin emin ellerde. Sen rahat uyu…
Eğitimci Yazar / Hasan GÖKTEN